SON DAKİKA
Fırat başkan ilk sözünü tuttu:…
İş İnsanı Saffet Çerçi’den Mübarek…
Diyarbakır bir değerini kaybetti! İhsan…
Çüngüş’te AK Partili Ali Suat…
KADER VE İŞ KAZASIEvinden çıkarken ilkokul 2.sınıf öğrencisi biricik oğlu ona şöyle seslenmişti. _ Baba, akşama gelirken resim defteri ve boyalı kalem getir bana, yarın resim yapacağız. _Ne resmi yapacaksın oğlum? _Senin resmini baba, her tarafı siyaha boyayıp baret ve çizmeni yapacağım sadece, ha bir de tepe ışığını. _Tamam Deyip el salladı gülümseyerek. Eşiyle göz göze geldi son anda. Kuru fasulye ile bulgur pilavı istemişti akşamdan. Yanına da bir baş soğan koydu muydu. Of, şimdiden kokusunu duyar gibi oldu. Kendisiyle gurur duydu bir daha. Her şey helalinden bir lokma ekmek içindi. Okula giden çocuğuna bir çanta, bebeğine mama temin etmenin, karısına bir entari kendisine bir mintan almanın savaşıydı bu ve en önemlisi namusuyla, şerefiyle kimseye el açmadan yaşamını sürdürmenin onurlu mücadelesiydi. Bütün vardiya aynı anda işe başlamıştı. Yeni nişanlanan Salih, emekliliğini bekleyen Fevzi amca, oğlunu askere göndermeyi düşünen Kemal abi de aynı düşüncedeydi. Kapkara dünyanın soluksuz, ışıksız yerinde kader birliği ettiği arkadaşlarıyla bazen duygusal sohbetler ediyor bazen şakalaşıyorlardı. Çalışmaya ara verilmişti, yemek molasıydı. Herkes yanında getirdiği yiyeceği ortaya serdikleri gazetenin üstüne yaymıştı. Kiminin sefertasında sulu yemek, kiminin peynir, domates kiminin börek, kurabiye türü yiyecekler vardı. Tam “ Bismillah “ deyip başlayacakken alarm sesiyle birlikte ortalığı yırtan siren sesi gelen tehlikenin boyutunu anlatır gibiydi. Birbirlerinin yüzüne bakındılar, ekip şefinin yüzünde anlam aradılar. Her şeyin tadı bir anda kaçmıştı, yemek sofrası kapkara bir görüntüden ibaretti şimdi… Olayın ardından geçen 8 saatten sonra, yaşamını yitirenlerin cenazeleri çıkarılmaya başlanmıştı. Jandarma barikatının dışındaki yerde güvenlik bandının hemen yanında kahredici bekleyişleri sürüyordu. Ocaktan çıkarılan cesetleri taşıdıkları buzhane benzeri bir yerdi ve sebze toplama mevsiminde çiftçiler, bahçeciler ürünlerini burada geçici olarak muhafaza ederlerdi. Elinde megafonla bir adam bahçe duvarının üzerine tırmandı. Hem yorgun yüzü ve hem de asık suratıyla, çatık kaşlarıyla her halinden bitkin olduğu gözleniyordu. Kalabalığa doğru seslendi. _ Sessiz olun, sessiz olun. Hemen herkes konuşmasını keserek ona doğru döndüler. _Şimdi size kimliği tespit edilenlerin isimlerini okuyacağım. Herkes gibi Songül’ ün de içinde bir şeyler kopmuştu sanki. Sessizce edilen dualar sanki gökleri titretiyordu. “ Allahım, benimkinin adı söylenmesin. Listede olmasın, bebemiz daha çok küçük “ Birazdan nefesler tutulmuş ve isimler okunmaya başlanmıştı. Yaklaşık 30 kadar isim okundu ve her okunan isimde kalabalığın bir başka yerinde heyelan yaşanıyor ve gök gürültüsünü andıran çığlıklar yükseliyordu. Kimi eşini, kimi evladını, kimi babasını bekliyordu o umutsuz kapıda. Lakin çıkarılanların hemen hepsinin üstü örtülü ve eller üzerinde taşınan türdendi. Hem kapıdakiler hem içerdekiler aynı kaderin yolcularıydı ve bunun gibi sayısız sahne izlemişler ancak şimdi bu sahnenin oyuncuları olmuşlardı. Ocağın kapısına yanaşmanın imkânı yoktu. Gerek güvenlik ve gerekse yardım ekiplerinin çalışmasına mani olmasın diye kimse yanaştırılmıyordu. Çaresiz bekleme devam edecek ve yetkililerin ağzından çıkacak kelimeler zihinlere işlenecekti. 2 saat kadar sonra isim okuma faslı tekrar başlamıştı. Bu kez yaralı kurtulanların isimleri de okunuyor ve bulundukları yer veya hastane tarif ediliyordu. Birdenbire o ismi duydu, heyecanlandı, yüreği atmaya başladı ve tekrarlaması için görevliye rica etti. Evet, eşinin adıydı ve yakındaki bir hastanede olduğu söyleniyordu. Hemen yanı başındaki kadınlardan birilerine sarılıvermişti sevinçten, aynı şekilde karşılık buldu. Göz aydınlığı ve geçmiş olsun dileklerine boğulmuştu sanki. Bir anda sarıldığı ve teselli veren kadının üst komşuları Zahide abla olduğunu fark etti. _Abla, Osman’ımı kurtarmışlar, yavrumun babasını çıkarmışlar. Dedi. _Gözün aydın olsun Songül gelin. _Darısı başına inşallah, Remzi abiden haber gelmedi mi daha? _Yok Diye cevapladı Zahide ana.. Oysa biraz önce vefat edenlerin isimlerini saydıklarında çocuklarının babası, yuvasının direğinin adını okumuşlardı. Emekli olmasına 1 yıl kala maden onu yaşamdan emekli etmişti. Kendi acısına ağlamak üzereyken Songül gelinin sevinç çığlıkları bastırmıştı ortamı. Elinde olmadan üzüntüsünü yüreğinde gizlemişti sanki. Bir sonraki vardiyada iki oğlu birlikte inecekti ocağa ve ölümün gençlerden uzak olması en içten temennisiydi yıllardan beri… Songül gelinin eşini kendi oğulları gibi düşledi ve sessizce ayrıldı oradan. Cenazelerin bulunduğu yere ulaştığında ayaklarında derman, gözlerinde yaş kalmamıştı. Gene mezarlık, gene taziye, gene resmi işlemler ve yıllar boyu sürecek acı. Patronların, muktedirlerin daha çok kazanma hırsıyla ekonominin dişlileri arasında ezilen işçinin canı üzerine kurulan imparatorluklarının var olmasıydı temel sorun. Şirkete masraf olmasın diye almadıkları teknik önlem ve tedbirler bunun acımasız yüzüydü. Denetim mekanizmasının iyi işlememesi sonucu göz göre göre gelen bir maden savaşı hatasıyla, günahıyla yeniden gündemdeydi ve her zamanki gibi “Ateş düştüğü yeri yakmış” tı. Gerisi acı hatıralarla, tartışmalarla dolu koskoca bir hiçti. Soruşturma, muhakeme, kader, ihmal, kasıt vs cümleleri bir müddet konuşulacak ve başka gündemlere yerini terk edecekti. Gidenlere rahmet, kalanlara merhamet olsun. Allah sabırlar versin..
Yükleniyor...
|