SON DAKİKA
Diyarbakır Selahattin Eyyubi Devlet Hastanesi’nde…
Fırat başkan ilk sözünü tuttu:…
İş İnsanı Saffet Çerçi’den Mübarek…
Diyarbakır bir değerini kaybetti! İhsan…
Öcalan: “İki Arada Bir Derede…”
ibrahim GÜÇLÜ ibrahimguclu21@gmail.com
Kürdistan’ın Güney Batısındaki Kobani şehrinde, “Irak ve Şam İslam Devleti (IŞİD” saldırısı ve kuşatmasına karşı, destek ve dayanışma amacıyla, “Halkların Demokrasi Partisi (HDP)”, Kandil’in direktifleriyle halkın sokağa çıkması için acil çağrıda bulundu. HDP, demokratik bir parti iddiasında bulunan bir parti olarak, hangi protesto ve dayanışma eylemlerini yapacağını, nerede yapacağını, hangi demokratik dsisplin içinde yapacağını, açıklaması gerekirdi. Bunu yapmadı. Çünkü HDP’nin aldığı karar, onun kararı ve onun organlarının tartışmasıyla alınan bir karar değildi. Böyle olunca, destek ve dayanışma amacıyla yapılan eylemin, bir provokasyona ve büyük tahribatlara yol açacağı, “perşembenin gelişi çarşambadan bellidir” sözü kadar net bir durumdu. Öyle de oldu. HDP’nin 6 Ekim 2014 tarihinde, Kurban Bayramının 3. Günü verdiği karar, yağma-talana, soyguna, okul, bina, banka, market ve belediye yakmalara, parti binalarına saldırılara, halktan ve HÜDA-PAR’dan insanların ölümlerine yol açtı. HDP, bu gelişmeler orta yerde dururken, bu olayların gelişimi içinde hiçbir şey söylememesi de, bu gelişmelerden memnun olduğunu, bu gelişmeleri istediği sonucunu açığa çıkardı.. Bundan dolayı HDP Eş Başkanı S. Demirtaş’ın, olayların gelişim nedenleri hakkındaki görüşleri ve sonrasındaki gelişmelerin onların isteğiyle olmadığı, halkı şiddete çağırmadıklarıyla ilgili açıklamaları, sahici ve gerçekçi değildi. Ben de S. Demirtaş’ın açıklamalarını, sahici, gerçekçi ve doğru bulmadım. Talihsiz ve her zaman olumsuz nitelendirilecek “Kobani Eylemlerinden” ya da “Kobani Provokasyonundan” sonra, İran’ın stratejisi, HDP ve Kandil’in rolü, HDP - Kandil İlişkileri, Öcalan - Kandil ilişkileri konularında tartışmalar yapıldı.. Ben de bu konularda yazdıım. Benim yazdığım yazılarla ilgili, “Öcalan’ın rolü” hakkında “geniş ve çok açık bilgilerin verilmediği ve tespitlerin yapılmadığı” gibi önemli sorular ve eleştiriler aldım. Bu nedenle bu yazımda, olaylarda ve provokasyonda “Öcalan’ın rolü” üzerinde duracağım. Yapacağım açıklama, yorum ve tespitlerle okuyucularımı aydınlatacağım umudunu taşıyorum. Elbette Öcalan’ın bu son talihsiz, olumsuz, tahrip edici gelişmelerdeki rolü, Öcalan’ın genel anlamdaki ve şimdilerde İmralı’daki stratejik olumsuz rolüyle bağlantılıdır. Tarihsel önemli arka planı olan ve hayati bir stratejiye dayalı olan bir roldür. ***** PKK-Apoist Hareket, bir devlet projesi olarak, Kürdistan’ın Kuzeyindeki ulusal hareketin örgütlenmesinin çok özel, çok da anlamlı olmayan dönemde yapılandırıldı. Bu da PKK-Apoist Hareketin, bir darbe hareketi olduğunu ortaya koyuyordu.. Sömürgeci Türk Devleti, PKK-Apoist Hareketi, Öcalan’ın kişiliği etrafında ördü ve yapılandırdı. Bu nedenle de, bu hareketin “Apocu Hareket” olarak nitelendirilmesi tesdadüf değildi. Bu tanımlama sadece ideolojik bir yaklaşım, yapısal ve tasarımla açıklanamaz. Kürdistan’ın Kuzeyindeki tüm örgütler, Kürt ulus ve Kürdistan ülke kimliği, Kürt kültür sembolleriyle tanımlanırken, ismi geçen hareket ve proje, ta başından itinbaren “Apocu Hareket”, “Apoist Hareket” olarak nitelendirildi. İsmi geçen hareketin taraftarlarının büyük bir kesiminin, kendilerini “Apocular” olarak tanımlaması, tesadüf değil, bir merkez tarafından ve bir stratejiye bağlı olarak dikte ettirilen bir tanımlanmaydı. PKK-Apoist Hareketi projelendiren Sömürgeci Kemalist Devlet, Kürt ulusunun ret ve inkarı stratejisine bağlı olarak da, bir Kürt ulusal hareketini, Kürdistan Bağımsızlık ve Kurtuluş Hareketi tanımlamasıyla kabul ve itiraf etmesi olanaklı değildi. Bu nedenle de, 1925 Kürt Ulusal hareketini, “Şeyh Sait Hareketi”; Kürdistan’ın Güneyinde 1960’da başlayan Kürt Ulusal Kurtuluş Hareketi’ni de, “Barzani Hareketi” olarak tanımlamayı, kendi stratejik ve Kürtlere bakış açısının bir sonucudur.. Öcalan, örgütlendirildiği zaman, Kürt Hareketiyle organik bağı olmayan bir insandı. Kürtçü değildi, Kürtçülüğe karşı ve “Komünizmle Mücadele Dermeği”nde çalışan biriydi. Öcalan, örgütlendirildiği günden itibaren, görevini layıkıyla yerine getirdi. Kürdistan’daki tüm örgütlerini, devlete ve rejime muhalif tüm sol-sosyalist parti ve örgütleri, düşman, reformist, işbirlikçi ve hatta ajan ilan etti. Bu stratejisine uygun olarak bu örgütlerin tasfiyesi için; bu hareketlerin liderlerini ve kadrolarını öldürmek için fiilen harekete geçti. Yapılması gerekenleri yaptı. Sömürgeci devletin, 1938 Kürt ulusal aykalanmalarından sonra tasfiye etmeye çalıştığı, sisteme entegre etmek istediği; ama gelecek zamanlarda da yeniden Kürt ulusal hareketine katılmalarını ihtimal dahilinde bir tehlike gördüğü ve kontrol altında tutmaya çalıştığı toplumun yönetici kesimlerini, PKK tarafından da düşman ilan ettirerek, bu toplumsal kesimlerin tasfiyesi için harekete geçti, toplu ölümler gerçekleştirdi. 1980 öncesi, Siverek’te ve Hilvan’da gerçekleşenler bu siyasetin sonuçlarıydı. Öcalan’ın, Apoist Hareket içinde gerçekleri gören, binlerce muhalefet eden Kürt gençlerini ve yurtseverlerini, lider özelliklere taşıyan kadrolarını da öldürtmesi de, bu misyonunun bir gereğiydfi. Öcalan, Suriye’ye geçtikten kısa bir dönem sonra da, Suriye Devleti’nin sıkı bir adamı oldu. Bu sıkı adamlık, aynı zaman da Silahlı mücadeleyi başlatmasının önemli bir nedeni oldu. Suriye, Hatay ve Su sorunuyla ilgili Türkiye’yi dize getirmek istiyordu. Bu nedenle PKK harekete geçmeliydi. Ayrıca Kemalistler, Özal’la başlayan sivilazasyon ve görece demokratikleşmeyi engellemek istiyordu. Bu hesaplar çakışınca, ortaya PKK silahlı hareketi çıktı. Öcalan, daha sonra Irak Baasının ve İran rejiminin, Ermeni, Yunan yönetiminin, Rusya’nın belli kesimlerinin, Güney Kıbrıs’ın yakın adamları oldu. Onların hesaplarını gerçekleştiren figüran oldu. Irak ve Süriye Baas rejiminin, İran İslam Cumhuriyetinin adamı olduktan sonra da, Kürdistan’ın Güney, Doğu ve Batı parçalarında Kürdistan ulusal hareketini ve onların örgütlerini, tasfiye etmek için yapılması gereken her şeyi yaptı. Binlerce Kürt pêşmergesini ve yurtseverini o parçalarda da katlettirdi. Ama bu arada Türkiye’yi de idare etmeyi de ihmal etmedi. Bu nedenle de, Türkiye’ye gelmeyi de hiç aklından çıkarmadı. Sonuçta da birçok gel-gitler, aracılardaın görüşmelerinden sonra, 1999 yılında Türkiye’ye geldi. Türkiye’de ayaklarını yere basar basmaz da, “devlete hizmet edeceğini” sarih bir şekilde açıkladı. PKK’nın bütün örgütlerini ve silahlı güçlerini tasfiye etme sözü verdi. Ama, onun ağa babaları Devlet iktidarının sahipleri Kemalistler, silahlı mücadeleyi durdurmasını, ama silahları bırakmamasını ondan istedi. O da bunun gereğini yerine getirdi. O tarihten sonra, bir yandan devleti, diğer yandan Kandil’i idare etmeye başaladı. AK Parti Hükümetinin onunla görüşmeleri başlattığı 2012 tarihinden sonra da, Kemalistlerden uzaklaşarak, AK Parti hükümetinin kucağına düştüğü görüldü. Bu sefer de, hükümetin adamı olarak görevini ifa etmeye başladı. Öcalan, kendi postunu kurtarmak için, çıkarlarına aykırı olduğu halde “silahlı mücadele döneminin son bulduğunu”, “PKK’nın silah bırakması gerektiğini” 2013 Newroz’unda ilan etti. O tarihten sonra da hükümeti ve Kandil’i idare etti. Öcalan, PKK’nın silah bırakmayacağını; silahın, PKK’nın varlık şartı olduğunu biliyordu.. “Çözüm Süreci” denilen aldatmacanın geldiği yer: Hiçbir sorunun çözülmemesi, PKK’nın silahlı güçlerinin birkaç katına çıkarması, Kürdistan’ın Güney Batısında silahlı ve despotik bir iktidar ve işgalci haline gelmesidir. ***** Öcalan, her zaman başından itibaren belirlenen ve tespit edilen strateji çerçevesinde hareket etti ve ediyor. Verili durumda, halen bir yandan hükümeti ve bir yandan da Kandil’i idare ediyor. Öcalan, silahlı mücadelenin son bulması halinde, kendisinin çok fazla kıymeti harbiyesinin olmayacağını, önemli sayılmayacağını, muhatap alınmayacağın biliyor. Buna göre hareket ediyor. Bu ikili rolünü, “Kobani Eylemleri” sırasında da oynadı.. İran, ortalığın karışması için tetiğe bastı ve Kandil’i harekete geçirdi. Kandil, “Kobani Eylemlerini” bir medeni ve demokratik dayanışma ve destekleme hareketi dışında örgütlemeyi İran stratejik hedefi ve kendisinin silahlı güçlerinin varlığını gerekçelendirrme merekezinde örgütledi. Öcalan’a bu kararı iletti. Öcalan, Mehmet Öcalan kanalıyla gerekli gizli mesajını verdi. “Kobani Eylemleri” gerçekleşti. Talan, yağma, soygun, adam öldürme, sınırlı etnik ve ideolojik temizlik hareketinden sonra, Öcalan “aman yapmayın” diyerek, eylemleri durdu. Böylece, İran ve Kandil yapması gerekeni yaptı. Türkiye de içine döndü. Öcalan da yine güçlenen aktör, sözde de olsa en akıllı ve sağduyulu aktör olarak yağma ve talandan, sınırlı etnik ve ideolojik temizlik ve ölüm hareketinden güçlü çıktı. Bütün anlattıklarımdan ortaya çıkan sonuç: Öcalan, genel anlamda “iki arada ve bir derede” konumunda. Ama gönlü Kandil’den yana. Bu misyonunu yerine getirirken, devletin çıkarlarını da hesap dışı tutmamayı, kendi postunu kurtarma adına yapıyor. Asıl olarak olarak da, Kemalist Sömürgeci Devletin Kürt ulus devletinin oluşumunun gerçekleşmemesi ve ertelenmesi stratejisini sürdürmekten geri adım atmıyor. Bütün davranışlarını, bu merkezde dızayn ediyor. Amed, 19 Ekim 2014
Yükleniyor...
|