SON DAKİKA
![]() ![]() ![]() ![]() ERMENİ SÜLEYMAN’IN HÜZÜNLÜ HİKAYESİ (1)Başbakan Erdoğan’ın yurt dışında yaşayan ve bu toprakların tohumundan olan ama dini, dili, rengi ve kültürü farklı olan bütün unsurları kendi ülkelerine davet ederken aklıma Ermeni Süleyman’ın hüzünlü hikayesi geldi. ABDURRAHMAN ADA imzalı (30 Eylül 2008) bu hikayeyi okuyunca çok üzülmüştüm.
“Sakla samanı, gelir zamanı” diyen atasözümüzü dinleyerek bu hikayeyi sakladım. Barış sürecinde ülkemizde ve yurtdışında yaşayan ülkelilerimizin konusu gündeme gelince sizlerle paylaşmak istedim.
Bu topraklar ne acı ki çok ama çok acı yaşayan topraklardır.
Abdurrahman Ada başından geçen hikayeyi şöyle anlatıyor:
“Ermenice olan ismi başına bela olmasın diye Müslüman ismi olan Sıleman (Süleyman) koymuşlardı. Bunlara rağmen dışlanmaktan, horlanmaktan kurtulamamıştı. Ömür boyunca aynı köyde yaşamamıza rağmen onu ne bir düğünde ne bir cenaze yerinde görmedim.
Köyde olması gereken hiç bir katılımda görmedim. Koskoca dünyada yalnız yaşadı beş kişilik bir ailede. Gündüz nahırın peşinde gece taş duvarlı penceresiz bir damda kendi dilini konuşmadan, kendi dinini yaşamadan, mensup olduğu toplumun en ufak izlerini taşımadan başka hayatları, inanışları, hakaretleri yaşamak zorunda kalan SILEMANE BAFFILE.
Sılemane Bafılle’yi tanıdığımda kamburu çıkmış ak saçlı, aksakallı, ağzında dişleri kalmamış bir ihtiyar idi...
Başköy’ün nahırcılığını yapıyordu.
Oğlu Ali, kızı Hewe, kızı Zero ile beraber. Yüz elli hanelik köyün büyükbaş hayvanlarını otlatıyordu Nebiyurt Yaylası’nda. İlkbaharın başladığı ilk günlerinden sonbaharın son günlerine kadar... Aşağı yukarı yedi sekiz ay kadar çoluğu ve çocuğu ile kendisine yüklenen bu görevi canla başla yapardı.
Yılın üçte ikisini kapsayan ayların emeğinin karşılığı olarak bir kod(bir tenekeden biraz fazla ölçü birimi) arpa verirdi köyün her bir hanesi. Birileri bu hakkı bu aileye böyle paha biçmişti.Sılemane Bafılle ve çocuklarının emeğinin karşılığının çeyreği bile değildi ama yinede bu haksızlığa en ufak bir tepki dahi gösteremiyordu.Çünkü koca köyde dışlanan bir aile idi.
Adına Sılemane Bafılle deniliyordu. Yani Kürtçe açılımı Ermeni oğlu Sıleman olduğu içindi. Dili, dini ve başka ırktan olduğu için dışlanmıştı, ötekileştirilmişti. Köyün erkekleri kadınları, gençleri, çocukları herkes onları kendi dünyalarının dışında görüyorlardı, başka gezegenin insanları gibi görüyorlardı.
Dışlanmış, horlanmış koca bir köy içinde yalnız yaşıyorlardı. Ne hikmetse bir kerecik bir insaf duygusuyla onu gözleri ama Hélé teyze ile evlendirmişler:
Müslüman ama bir kadınla evli olmasına rağmen Sılemane Baffılle önyargılara, cehalete dışlanmaya ailesi ile yaşamak zorunda bırakılmıştı. Sılemane Bafılle ile benim hayatımın kesiştiği dönem onun yaşlılığının son demleri, benim hayatımın ilk yıllarıydı yani çocukluğuma tekabül eden yıllar. Biz çocuklarda o dönem yaşadığımız çevrenin tüm etkilerini yoğunlukla yaşıyorduk deyim yerindeyse büyüklerin küçük kopyaları idik.
Büyük kara cehaletin küçük nüveleri idik. Biz de o zamanlar onu ve ailesini fılle(ermeni)görüyor, nefret duyuyor ve yeri geldiğinde o yaşlı adama hakaretler yapmayı bir onur görüyorduk çocuk aklımızla. İnsanın insana hakaretini din ve imanımızın bir gereği görüyorduk. Yaylada o büyükbaş hayvan nahırcılığı yaparken biz de küçükbaş hayvanlara gidiyorduk.
Yani kuzuculuk yapardık. Sılemane Baffıle’ye yakınlaştığımız ve yaklaştığımız zaman çocuk aklımızla bir fılleye taş atmak ve küfürler savurmak sanki bizi bir zafere ulaştırıyordu. Oysa karanlık bir cehaletin vahşi küçük yaratıkları idik.
Nahırcı Sılemane Baffıle’ye yayla çocukları olarak öylesine taş atardık ki vücudunun her yerine isabet ediyordu. Bazen kafası darbe almasın diye iki eli ile öylesine kolluyordu ki vücudunun diğer bölgeleri darbe almış almamış hiç umursamıyordu.
Çocuk aklımızla ona ana avrat, din iman, ata babasına küfür savurduğumuzda şu sözünü hiç mi hiç unutamıyorum:
-Çocuklar neyime küfür ederseniz edin ama benim anneme küfür etmeyin, o beni emzirmiş, ak sütünü vermiş çok zoruma gidiyor, derdi...
Kendini yaşamıyordu Sıleman.muhtemelen kendi ismi ile de yaşamıyordu.
Çocukluk çağını biz bitirdiğimizde onun çileli yaşamı sona ermişti. Ardında bir iz bırakmadan, hayat denilen çizgiden gizemli bir sona ulaştı.Başköy’de mezar taşlarına kélık derler.Baş ve ayak taraflarına kélık dikilir.Ölenin adı soyadı,ölüm ve doğum tarihleri yazılır.
Sılemane Bafılle’nin mezarında böyle bir kélık bile yoktur. Mezarlık içinde bile mezarı dışlandı. Ölümünde bile izler kalmadı. Belki de mezar taşları Müslüman mezarlığında belli olsa fılle diye yine de taşlanır ve kırılırdı.
Gençliğimiz döneminde başlayan aydınlama hareketlerinin etkilerinden dolayı cehalet perdesini yavaş yavaş gözlerimizin önünden çekerken dinlerin ve dillerin, kültürlerin çeşitliliğinin dünyanın en güzel zenginlikleri olduğu bilinci ile tanıştık.
Vicdan muhasebesi, geçmişi irdeleme, geleceği kurcalama, haklı ve haksızlığın ayırdına varma bilinci geliştikçe cehaletimiz ve çocukluğumuzun pişmanlıklarını yaşadık. Geçmişe dönük pişmanlıklarımın en büyüğü ve vicdanımı en sızlatan olay Sılemane Baffılle olayı oldu.
Aslında Sılemane Baffıle Zığçı doğumlu imiş. Şu anda Digor’a bağlı Yağlıca Köyü diye bilinir. Zığçı da o zamanlar yoğunluklu olarak Ermeniler, sonra yezidiler ve Müslüman Kürtler yaşarmış.”
Devam edecek… Yükleniyor...
|