SON DAKİKA
![]() ![]() ![]() ![]() HSYK Değişince: Türkiye, Halkların ve Demokratik ve Hukuk Devleti Olur Mu?17 Aralık “Yolsuzluk ve Rüşvet Soruşturması” Türkiye’de bütün taşları yerinden oynattı. Soruşturmada İki bakanın çocuklarının olması hükümette de taşları yerinden oynattı. Hükümet o saatten sonra çılgına dönerek, “paralel devlet” dediği Gülen Cemaatine karşı savaş açtı. “Yolsuzluk ve Rüşvet Soruşturmasını”, Gezi Eylemlerinde ileri sürdüğü gibi bir “yargı-emniyet darbesi” dedi ve 28 Şubat Darbesi gibi nitelendirdi. Hükümet, soruşturma savcılarını değiştiremeyeceği için bu savcıların yanına iki savcının atanmasını sağladı. İstanbul Cumhuriyet Savcılığı harekete geçirildi. Ama bu atamalarda soruşturmanın devamını engelleyemedi, yolsuzluk ve rüşvetten dolayı tutuklamalar gerçekleşti. Bu gelişmeler olurken, 25 Aralık’ta da Başbakanın çocuklarının ve birçok işverenin isminin de geçtiği yeni bir “yolsuzluk ve rüşvet soruşturması” başlatılmak istendi. Hükümet kolluk kuvvetlerinin savcıya bağlı olarak çalışmasını engelleyerek, soruşturmayı engelledi. Bu soruşturma halen başlatılmış değil. Aynı şekilde İzmir’de başlatılan soruşturma da engellenmek istendi. Bundan da kısmi başarılı olundu. Türkiye ve Suriye sınırında bir TIR’da savcılık aramak isterken; Hükümet, MİT kanalıyla bunu engelledi. Kamuoyu yolsuzluk ve rüşvette ismi geçen bakanların istifasını beklerken, hükümet onlara ilk planda cansiperane sahip çıktı. Daha sonra kamuoyunun tepkilerine karşı koyamayan hükümet, iş işten geçtikten sonra, Bakanlar Kurulunda değişiklik yaptı, Yolsuzluk ve rüşvette ismi geçen bakanlar hükümet dışında kaldılar. Başbakana yakın bir bakan Şehirden ve Çevreden ve TOKİ’den sorumlu bakan Başbakanı suçlayarak istifa etti. “Eğer bir yolsuzluk ve usulsüzlük varsa ben bunları Başbakanın direktifleriyle yaptım” dedi. Hükümet sonunda, geçmişte müttefiki olan, “dini kardeş” dediği Gülen Hareketini “paralel devlet” olmakla suçladı. Gülen Hareketi hakkındaki iddiasıyla ilgili hiçbir delil ortaya koymadan, yüzlerce emniyet müdürünü ve şube müdürlerini yerini değiştirdi. TRT’de, eğitim kurumlarında ve maliye de keyfince görevden almalar, yer değiştirmeler yaptı. Hükümet, bu hukuk dışı, adaletsiz, vicdani olmayan tasarruflarına halen devam ediyor. Hükümet bununla da yetinmedi, “Kolluk Kuvvetleri Yönetmenliğini” çıkararak soruşturmaları idari makamlara bağlamak istedi. Buna karşılık HSYK, bu tasarrufun anayasaya aykırı olduğunu açıkladı. Danıştay, bu yönetmenlikle ilgili yürütmenin durdurulmasına karar verdi. Zelzele halen devam ediyor. Hükümet savcıları, yargıçları çete üyeleri; yargıyı darbeci olarak nitelendirmeye devam ediyor. Bu nedenle de HSYK’de hızla değişiklik yapmayı gündemine aldı. Bu yeni yasa incelendiği zaman, HSYK’nin Adalet Bakanına ve Hükümete bağlanmak istediği, hükümetin kendi HSYK’sini yaratmak istediği, yargıyı kendisine bağlamak istediği açıkça görülür. Hükümetin bu tasarrufu geçmişte Kemalist iktidarların yaptığının aynısını ifade ediyor. Bu nedenle bu devlet, radikal ve köklü bir şekilde değişmeden, devlet bir etnik bir elitin devleti olmaktan çıkmadan; devlet Türklerin, Kürtlerin, diğer etnik grupların, farklı dinlerin ve mezheplerin müşterek devleti olmadan, yani en azından federal bir devlet olmadan bütün iktidarların devletin resmi ideolojisi ve kültürü tarafından zehirleneceğini; AK Parti hükümetinin de zehirlendiğini yazdım. Ortaya çıkan gelişmeler ve hükümetin tüm tasarrufları benim bu görüşlerimi teyit eder niteliktedir. ****** Hükümetin HSYK yapısından yapmak istediği değişiklik, büyük tepkilere neden olunca, özellikle de AB’nin tepkisini çekince; Cumhurbaşkanı devreye girdi. Hükümetin yapmak istediği değişikliği realize etmek istedi. Bu konuda tüm partilerin ittifakıyla ve birlikte bir anayasa değişikliği ile HSYK’den yapısından değişiklik yapılmasını önerdi. MHP, bu değişikliğe kapısını kapattı. BDP, açıklamadığı şartlarına bağlı, şartlı kabul etti. CHP, “yolsuzluk ve rüşvet davalarının” önünün açılması, hukuksuzlukların son bulması, hükümetin kendi HSYK değişiklik önerisini meclisten çekmesi koşuluyla anayasa değişikliğe destek olacağını açıkladı. Hükümet, ilgili meclis komisyonunda CHP’nin bu şartlarını gözetmeyerek değişiklik maddelerini komisyonda geçirdi bile. Hükümetin bu yaklaşımı, CHP karar vermemiş olmasına rağmen, anayasa değişikliğne destek vermeyeceğinin koşullarını olgunlaştırmış durumda. ****** Üstelik üstünde fırtınalar koparılan HSYK yapısı, 12 Eylül 2010 Anayasa Değişikliği Referandumu ile oluşturulmuştu. Bu değişiklik düşünülürken, hükümetin herkesten önce halkın referandumdaki iradesine saygı duyarak hareket etmesi gerekirken, hükümet bu duyarlılıktan uzaklaşarak, postu kurtarma derdine düşmüş durumda. Peki 12 Eylül Referandumu ile Anayasa’da yapılan değişiklikle yeni HSYK oluşturulmuşken, bu değişliklik Türkiye'yi demokratik ve hukuk devleti haline getirmemişse ki getirmemiştir; yeni değişikliğin Türkiye’yi demokratik ve hukuk devleti haline getirip getirmeyeceği de önemli bir soru olarak ortada durmaktadır. Bu nedenle son söyleyeceğimi önce söyleyeyim ve sonra da nedenlerini açıklayayım. HSYK yapısı yeni bir anayasa değişikliğiyle de gerçekleşse Türkiye, halkların ve demokratik ve hukuk devleti olmaz. Mevcut devlet etnik bir elitin devletidir. Kemalist Türk etnik grubunun devletidir. Bu devletin karakterinde hiçbir değişiklik yapmadan, yöneticilerinde değişiklik olmaktadır. 2002’den sonrada yeni bir yönetici elit, AK Parti eliti devletin yöneticisi oldu. AK Parti devletteki kontrol alanlarını genişletmek istiyor. Ergenekon, Balyoz Davaları ile askeri vesayete son verdiğini ileri sürmesine, kendisiyle ilgili nüfuz ve kontrol alanlarını genişlettiği halde, devletin sahibi olamadı. Olamaz da. Mevcut devlet Kemalist Türk etnik elitinin devleti olduğu için, hiçbir zaman tüm Türklerin, Kürtlerin, değişik etnik ve dinsel ve mezhepsel toplulukların devleti olamamıştır. Tam da bu noktada:HER ULUSAL, ETNİK, DİNSEL VE MEZHEPSEL GRUP YA DA TOPLULUK, YA KENDİ ADINA YA DA “HERKES ADINA” DEVLET SAHİBİ OLMAK İÇİN HAKLI LEGAL VE İLLEGAL ÖRGÜTLENDİ. ÖRGÜTLENİR. BURADA “PARALEL DEVLETTEN” BAHSEDİLECEKSE BU MEŞRU BİR VAKIADIR. AK PARTİ’NİN GELDİĞİ GELENEK DE DEVLETE SAHİP OLMAK İÇİN ON YILLARDIR LEGAL VE İLLEGAL ÖRGÜTLENİYOR. KÜRTLER, DEVLET SAHİBİ OLMADIKLARI İÇİN LEGAL VE İLLEGAL ÖRGÜTLENDİLER. YA TÜRKLERLE EŞİTLİĞE DAYALI FEDERAL BİR DEVLET YADA KENDİ BAĞIMSIZ DEVLETLERİNİ KURMAK İSTEDİLER. HALENDE KÜRTLERİN BU STRATEJİSİ MEŞRU, HAKLI, DEVAM EDEN BİR ÇABADIR. AK PARTİ DE, HER YERE KENDİ ADAMLARINI YERLEŞTİREREK DEVLETİ KENDİ KONTROLUNA ALMAK İSTİYOR. YOKSA TÜM HALKLAR İÇİN BİR DEVLET KURMUYOR. BU NEDENLE AK PARTİ İKTİDARA GELDİKTEN SONRA, YAPTIĞI DA BİR “PARALEL DEVLET” ÇABASIDIR. YÖNETİM DEĞİŞİKLİĞİ HALİNDE, YENİ YÖNETİM AK PARTİYİ DE “PARALEL BİR DEVLET” OLARAK İLAN EDEBİLİR. Bundan çıkarılacak sonuç şudur: Bir ulusa, etnik, dinsel ve mezhepsel kesime ve elite ait devletler; başka kesimlerin, elitlerin, etnik, ulusal, dinsel ve mezhepsel grupların ve toplulukların devlet olma çabasını kaçınılmaz ve meşru kılar. Mevcut devlet Türk elitik devletİ olduğu için: Devletin hiçbir kurumu da halkların kurumları olmamıştır. Türkiye’ye yakından bakarsak görürüz ki, Meclis (Yasama), Cumhurbaşkanlığı, Hükümet (Yürütme), Yargı (Mahkemeler), Ordu, emniyet kuvvetleri ve diğer bilumum kurumlar halklara ait değildir. 12 Eylül Anayasasında son 30 yılda onlarca değişiklik yapıldı. Demek ki sorun mevcut anayasanın değişikliğiyle çözülecek bir sorun değildir. Bu nedenle, devletin halkların demokratik ve hukuk devleti olması daha kapsamlı ve daha köklü bir değişikliği gerektirir. Tüm tarafların, ulusal ve etnik grupların, dinsel, mezhepsel, sınıfsal, fikirsel grupların üzerinde anlaştıkları en azından federal yeni bir devletin toplumsal sözleşmesini ve anayasası yapılarak sağlanabilir. Yükleniyor...
|