SON DAKİKA
![]() ![]() ![]() ![]() KEŞKE BARIŞI ANNEM VE ABLAMDA GÖRSEYDİDiyarbakır’da düzenlenen Newroz bayramını canlı yayında izler ve savaşın bittiği duyurusu yapılırken, yaşamım boyunca tüm kalbimle savunduğum toplumsal barış ve kardeşlik adına büyük bir sevinç ve heyecan duydum.
Televizyon başında “ah şimdi Newroz alanında olsaydım ve yüreğimde akan duygularımı halay eşliğinde avuç avuç dağıtabilseydim.”dedim kendime.
Çocukluk ve okul yıllarıma gittim. Newroz’un kutlandığı alanlarda insanların polis ve özel harekat timleri tarafından saçları, başları nasıl yerlerde süründüğünü, kız çocuklarının Diyarbakır Lisesinin duvarlarına çarparak burunlarından akan kanın nasılda yerleri kan kırmızıya boyadığını, insanların nasıl polis otolarına götürüldüğünü ve hawar, hawar seslerinin nasıl da yeryüzü ve gökyüzü meleklerini ağlattığını hatırladım.
Zulmün sınır tanımadığı, Allah korkusu, acıma duygusu ve insanlık emaresinin olmadığı savaş yılları ne kadarda acı ve dayanılmazdı.
1991 Newroz’unda devletin acımasız ve kanlı yüzüyle tanışan Şırnak’ta Newroz gecesinde 100 insanın katledildiği anısı bile beni dehşete düşürdü, acıya boğdu.
Kürt halkının tek suçu ve günahı sadece Newroz’u halay eşliğinde kutlamaktı. Bir kutlama için bir gecede Şırnak Alay Komutanı tarafından bir halkın katledilmesi, insanlık tarihine geçen en kara ve en lanetli bir lekeydi.
Bu gecenin laneti ve lekesi cellatların boynunda kıyamete kadar asılı kalacağına olan inancım, biz yoktan vareden Allah’a inandığım kadar inanıyorum. O cellatlar er ya da geç Allah’ın kadi, Peygamber (a.s)’ın şefaatçi olduğu kıyamet gününde Allah’ın adaleti önünde hesap vereceklerdir.
Lice’de bir gece yapılan saldırının sabahında Lice halkının kışın zemheririnde can havliyle, çıplak ve yalın ayakkabılarıyla kendilerini nasılda Diyarbakır’ın kara taşlı sokaklarına savrulduklarını bir kez daha anımsadım.
Zulmün şahikası Hacı İlbay gibi komutanların Lice halkından istediği neydi?
Lice halkı ne istiyordu?
Onurlu yaşamaktan, bayramını kutlamaktan ve kendi dilini konuşmaktan başka?...
Kürt halkının kendi bayramını olarak gördüğü, özgürlük ve adaletin baharla geldiğine inandığı ve bu inancını yaşamak ve inatla kutlamak istediği Newroz bayramında karşılaştığı zulüm karşısında daha da radikalleşti ve ölümüne kutladı.
Belki de kendisini ifade edebildiği ve içini dökebildiği tek özgürlük alanı Newroz bayramlarıydı. Ancak bunu, Ergenekon zihniyetinin egemen olduğu devlet anlamak, bu duyguyu onlara yaşatmak ve onların insanca yaşamasını istemedi.
Kürtlerin baharını hep kışa çevirdi, bedenlerini kurda kuşa yem etti ve kendi bindiği dalı keserek, dağa adam üstüne adam gönderdi. Newroz’u kutlamaktansa dağa gitmelerini önerdi.
Allah’ı tanımayan, kendi egemenlik ve çıkarlarını bu ülkede yaşayan 70 milyon insanın üstünden tutan, bu milletin kaderiyle oynayan, kardeşi kardeşe kırdıran ve uluslar arası emperyalist odaklara göbek bağıyla bağlı olan Ergenekoncuların yapmak istediği tek şey; bu ülkeyi ezenlerin, sömürenlerin ve parçalanmasını isteyenlerin elinde oyuncak yapmaktı.
Ama işte; Allah’ın adaleti er ya da geç gerçekleşiyor.
O yüzden savaşın bütün acılarını yaşayan annemin dün barışın ve kardeşliğin dünyaya ilan edilişini, görmesini çok ama çok isterdim. Evini başına yakan askerlere dahi kucak açan, onları emir kulu oldukları için suçlamayan, Cenabi Allah’tan sürekli ateşe su dökmesini isteyen, gökyüzünde meleklerle uçan annemin ömrünün son nefesine kadar istediği tek şey, bu ülkede barışın ve kardeşliğin sağlanmasıydı.
Ne acı ki annem göremedi bu günleri…
İnancı bütün, iki kez Hac’ca giden, yaşadığı sürece garibanlara yardım eden, Allah’ın ipine sıkı sıkı sarılan, Medrese’de okumamı sağlayan, başımı yıkayan, kucağından düşürmeyen, torununu dağda kaybeden ve oğlunun DGM’deki mahkemesinden dönerken kaza geçirip ölen ablamın da tek istediği şey; bu ülkede barışın sağlanması ve akan kanın durmasıydı.
Ne acı ki ablamda bunu göremedi…
İlkin büyük kızını hastalıktan, İki oğlunu dağda kaybeden, sonra eşini de kaybeden, yaşı 60’ı geçen, hastalıklarla ve acılarla boğuşan ablamın bu günleri görmesine sevindim. O da diğer ablam ve annem gibi son derece inançlı, her namaza duruşunda kanın durması için dua eden ablamla telefon konuşmalarımda sık sık sorduğu “eee kardeşim Cüneyt, sen kazetecisen sence bu savaş ne zaman durur?” sorusuna bir türlü cevap verememenin acısını yaşıyordum.
Çünkü o gözünden sakınarak büyüttüğü iki evladını dağda kaybetmenin acısının tesellisini diğer annelerin acıların yaşamamasından buluyordu. Yaşadığı onca acıya rağmen Türk halkına karşı asla kin ve nefret taşımadı. Taşısaydı Türk kızını oğluna gelin olarak almazdı. Şuan da o gelinimizden aslan gibi torunlarımız var. Rahmetli ablamın da iki gelini Türk ve onlardan da onlarca torunlarımız var.
Ablam bana “kardeşim ben bu acıyı yaşadım ama başka anneler yaşamasın kardeşim. Vallahi ateş yaktığı yeri yakar kardeşim. Yahu hepimiz Ümmeti Muhammediz (Muhammet (a.s)’ın ümmetindeniz), İslam, islamı öldürür mü? Bu ne biçim iş, ben anlamıyorum kardeşim. Erdoğan çok eyi birine benziyor ama niye buna çare bulmuyor? Yazık değil mi bu genç insanlarımıza?”der dururdu ablam.
İşte bugün insanlık tarihinin altın sayfasında adını yazdıran Erdoğan, bütün kirli oyunları boşa çıkartarak annemin, anne olan ablamların, bütün annelerin umudu olmuş ve dualarını almıştır. Yükleniyor...
|