"Ben veya bir başkası canilerin eylemlerini ve sebep oldukları zararları ne kadar da anlatsak bile yine olayı canlandıramayız. Mekke'deki Temyiz Mahkemesi kadılarından bir tanesinin bana söylediği sözler bir şeyler açıklıyor olsa gerek. Kadı, yetkililerden izin belgesi taşıdığı için arabası ile Kabe'nin etrafında gezindiğini, giriş çıkış ve tavaf yerleri ile Mescid'in odalarında öbeklenmiş cesetlerden çıkan kokuların kendisini öldüreyazdığını söyledi. Kabe etrafındaki dağlardan caminin avlusunu görebilenler de bana, tavaf yerinin özellikle, Makam-ı İbrahim ve Hacer-i Esved çevrelerinin ölü cesetleri ile dolu olduğunu haber verdiler."
İşte görüldüğü gibi, Suud ailesi iktidarının devam etmesi için, onlara göre Kabe-i Muazzama'nın tanklarla dövülmesinde, Safa-Merve arasında, Makam-ı İbrahim'de ve Hacer-i Esved yakınlarında devrimcilerin öldürülmesinde bir sakınca yoktur. Kendi arzulan uğrunda, silahlı kuvvetlerdeki aldatılmış vatandaşlarımızdan binlercesi, Hakkın özgürlüğün ve mustazıfların kurtuluşu için Cenab-ı Hakk'ın çağnsına kulak vermiş inkılapçılaramız kurban gidiyordu.
Devrimcilerin tutuklanmasından sonra iğrenç işkenceler başlamıştı. Vücutlarında yaralar açılıyor, elleri, ayakları ve parmakları kesiliyordu. Yemek verilmiyordu. Suudi Arabistan, Kuveyt, bazı körfez ülkeleri ve diğer ülkelerin televizyon ekranlarında yayınlanan filmlerde bu cinayetlerin belirtileri görülmüştü. Özellikle, esir devrimcilere su vermek için ellerinde su dolu bardaklarla geldiklerinde bardağı uzatıyorlar, devrimcilerin dudakları bardağa değer değmez derhal geri çekiyorlarda. Seyircilerin de şahid oldukları gibi, işkence, eziyet, kan, susuzluk, açlık ve yanık izleri vücudlarında bariz bir şekilde görünüyordu. Hatta, muhafız birliklerinin, hayvanlara dahi reva görülmeyecek şekilde davranışları herkes tarafından seyredilmişti.
İnsanlık dışı bu işkencelere rağmen iman güçleri ve Allah'a olan güvençleri yüzlerinde bir korku ve endişe belirtisi olmadan kenetlenmiş bir şekilde şehadeti beklemelerini sağlamıştı, kötü sözler duydukça, tokatlar yedikçe ve saçları çekildikçe salavat getiriyorlar, dua ediyorlardı. Sanki, Bilal b. Re-baha, Ammar b. Yasir ve Habbab b. Eret ve diğer islam şehidlerinin direniş tarihi sayfalarına bir yenisini ekliyorlardı.
Ayaklanma, iktidarın heybetini devirerek müslüman kitleyi, cahiliyet düzenine karşı meydan okuma ruhunu dışa vurmaya, direnmeye ve birlik olmaya itekledi. Nitekim doğu bölgesinde binlerce devrimci, rejimin silahlı askerlerine çıplak göğüsleriyle karşı koyarak şiddetlice ayaklandılar.
İşte, müslüman kitle, ilk defa olarak sokaklara dökülerek, Arap yarımadasındaki müslümanların birleşmesine ve rejimi devirmek için çalışmasına çağrıda bulundular. Ama olan oldu...
Buraya kadar Müslüman topraklarında yaşayan olayları bazıları sizlere aktarırken kendi görüşümü yer vermedi olduğu gibi sizlere aktardım.
Olaylara baktığımızda yeryüzünde Dünya bekçiliğine soyunan devletler tarafında Müslüman coğrafyasının böl, parçala, yönet politikaları yürütüyorlardı. Onların umurunda mı? kaç insan ölmüş kendi saltanatlarını sürdürmek için seçtikleri köleler tarafında Müslümanlar her türlü işkence ölümler mubah oluyor. Dünya denen devletler bu olaylara sadece seyirci kalıyor.
Dünyayı yöneten devletler yeri geldiğinde kendi çıkarları ellinden gittiğini görünce öyle canavarlaşıyorlar insanları öldürüyorlar sanki bu ölenler insan değil. Dünya bekçiliğine soyunan beşli devletler eğer hayvanlara verdikleri değeri birazını veye yüzde beşi Müslüman coğrafyasında yaşayan insanlara vermiş olsaydı şimdi bu coğrafyada savaşlar olmazdı. bu topraklarda yaşayanlarda insan gibi yaşamalarını sürdüreceklerdi.
Dünyayı yönetenler demokrasi diye getireceğim diye çoluk, çocuk kadın, ihtiyar, genç, hasta dinlemeden öldürüyor bunun adı da demokrasi diyor.
Bizler Müslümanlar saf olarak bunların arkasına giderek ve inanarak bu coğrafyaya demokrasi getireceğini yalanlarına inanıyoruz. Onların amaçları demokrasi değil. Amaçları yer üstünde ve yeraltındaki zenginlikleri kendi kontrolüne almak için olduğunu başka bir amaçları yok.
Onların umurunda mı insanlar evsiz yurtsuz kalmışlar onların gayeleri Müslüman coğrafyasında yaşayanlar evsiz yurtsuz kalsınlar perişan olsunlar hep onlara muhtaç olsunlar.
Toplumların sıkıntılı ve bunalımlı dönemlerinde samimi mü’minlerin ve dindar insanların yapacakları çok şey vardır. Toplumu teskin, fitne ateşini söndürme başta gelen görevidir. İç karışıklıklara fitne denir. Hz. Peygamber (sav),
“Fitne zamanında yürüyen koşandan, duran yürüyenden, oturan ayakta dikilenden, yatan oturandan, uyuyan yatandan daha hayırlıdır.” buyurmuştur.
Böyle zamanlarda eylemsizlik en iyi eylemdir. Fakat toplumun gerilemesi, yıkıma ve çöküşe gitmesi fitneden farklıdır. Toplum çöker ve mahvolurken buna seyirci kalınamaz. Herkesin elinden geleni sonuna kadar yapması gerekir.
Bakınız Allah(CC):“Bir kavim kendini bozmadıkça Allah onları bozmaz.” (Rad, 13/11)
Diyor. Eğer bir toplum sahip olduğu yüksek manevi değerleri korursa Allah Teâlâ onları çöküşten korur. O halde yapılacak şey Müslüman toplumun kimliğini oluşturan manevi değerleri geliştirmek ve sağlamlaştırmaktır.
Acaba yöneticiler iyi ve dürüst olunca mı toplum sağlıklı ve iyi olur, yoksa halk iyi ve dürüst olunca mı yöneticiler adil ve ehliyetli olur? Bu sorunun cevabı yönetici halka göre, halk da yöneticilerine göre olur. Her ikisi de birbirini olumlu ve olumsuz yönde etkileyebilir.
İnsanlar her zaman layık oldukları yönetim tarzıyla yönetilirler, kendileri iyi olurlarsa yöneticileri de iyi olur, kötü olurlarsa yöneticiler de kötü olur. Zira yöneticiler halkın içinden çıkarlar ve onların bir parçasıdırlar.