SON DAKİKA
![]() ![]() ![]() ![]() “YAZAR”LIK MI? “TÜCCAR”LIK MI?
Hani “bir musibet bin nasihatten daha iyidir” diyen hadis var ya, yıllarca süzgeçten geçirilmiş, doğruluğu ispatlanmış ve insanlığa önerilmiştir. Bu hadisin doğruluğunu ve yerindeliğini son yarım aylık hayatımda gördüm, yaşadım ve üzüldüm de tabi.
Neden üzüldüm? Çünkü“tüccar”lık anlayışının, toplumun dinsel, ahlaki ve bütün insani değerlerine sirayet ettiğini gördüğüm için üzüldüm. Bu “tüccar”lık zihniyetinin toplumun geniş kesimlerine yayıldığı, insan hayatının, adalet duygusunun, vicdan anlayışının çürüttüğünü ve artık her şeyin maddiyatla ölçüldüğüne tanıklık ettiğim için üzüldüm. Gazeteci, yazar, siyasetçi, aydın, entel, dantel ve aydın geçinenlerinde aynı egemen “tüccar”lık anlayışını benimseyip içselleştirdiklerini gördüğüm için üzüldüm. Dengeleri koruyarak, devleti, PKK’yi, askeri, polisi, Kürtleri, Türkleri ve özellikle savaşan taraflarını karşına almamak için kalemini dengeli kullananlara, düzene, devre ve kişisel çıkarlarına göre rota değiştirenlere, toplumun belirli katmanlarının nabzına göre şerbet içirmeye çalışanlara, asker, polis, korucu, militan ve sivil ölümlere karşı timsah gözyaşını dökenlere, askerlere, “paşam manşet olmuş mu?”diyenlere ve Kürt aydını geçinip de kaypak zeminde yürüyenlere bakıp vicdanların satılığa çıktığını gördüğüm için üzüldüm. Hani geçen PKK’nin şahsıma yaptığı “ölüm tehdidi” olayını ve detayını açıklamıştım ya, konuyu kamuoyuyla paylaşmadan önce doğrusu çok düşünüp taşındım. BDP Lideri Selahattin Demirtaş’la konuyu paylaştım. Demirtaş “konuyla ilgilendiklerini, konuyu araştırdıklarını” söylemekle birlikte açıklama takdirinin şahsıma ait olduğunu söyledi. Tabi hala konuyu araştırıyorlar, dur bakalım ne zaman sonuçlanacak. Çevremden sevip saydığım birkaç insanla konuyu paylaştım ve herkesten görüş aldım. Herkesten görüş aldıktan sonra kendi kararımı, kendi vicdanıma danışarak verdim. Bu süreçte pek çok insanın bana söylediği şey özetle şu oldu: “Cüneyt sen yazıdan para kazanıyor musun, bir çıkarın var mı? Yok. Sana bir şey olursa devlet çocuğuna sahip çıkar mı? Yok. O zaman kardeşim yazma, devlet onlarla 30 yıldır baş edemiyor, bırak başka şeyleri yaz. Aşkları, çiçekleri, böcekleri yaz. Bak ne güzel Alanya’yı, Antalya’yı yazmıştın. Onları yazmaya devam et. Uzun süre PKK ve BDP’yi ağzına alma. Savaş-mavaştan söz etme. Yok hani, verdiğin mücadelenin bir karşılığı olsa, cebine bir şey girse yaz deriz. Yazma kardeşim, ortalık sakin olana kadar sus” diyenlerin sayısı çok fazlaydı. Diyarbakır’dan bir gazeteci arkadaşım, kendine has üslubuyla “ula Cıno oğlum. Sen zaten pilli perişan olmuşsun. Fişlenmişsin. Oğlum manyak mısın? Kürtler sana madalya mı takacak? Devlet seni bakan mı yapacak? Ulan oğlum onca gazeteci-televizyoncu hepsi akılsız da, bir tek sen mi akıllısın? Ulan sen canına mı susamışın? Evet haklısın, hem de sonuna kadar ama ortam kötü. Görüyorsun her gün onlarca asker, polis, militan ölüyor. Oğlum, benim, senin arkamızda kimimiz, kimsemiz yok. Bize bir şey olsa babamızın kesesinden gideriz” demişti. Yüreği benim için yanan bir başka arkadaşım “bak kardeş, bunların derdi Kürt-mürt değil. Bak seçimler yaklaşıyor. Burada büyük rant savaşı var. Kardeş haklısın ama kurban olayım ateşkes-mateşkes olana kadar bu konuları yazma. Tamam manyaksın, cesursun, haklısın ama değmez. Şimdiye kadar yaptın yapacağını, bırak artık başkaları yapsın” demişti. Bütün bu söylenenler, cümleler, vurgular, sözcükler ve uyarılar beynimde uçuşup duruyordu. Bir taraftan kendimi yargılarken beri taraftan toplumun ruh halini, geldiği durumu ve kanıksadığı ölümlerin nedenlerini çözmeye çalışıyordum. Ama dedim ya herkesi dinledim ve vicdanıma göre karar verdim. Konuyu kamuoyuyla paylaştıktan sonra bazı Kürt aydınları, BDP’nin toplumsal tabanı ve bu tabanın içinde yer alan çoğu arkadaşlarımda alınganlık gösterdiler. Neden olayı gizli tutmadığımdan şikayet ettiler. Doğrusu ben kendine Kürt aydını, Kürt yazar, çizer diyenlerden alınganlık değil bir duruş beklerdim. “Aydın” olmak her türlü düşünceye açık olmak, düşünce hürriyetine ve düşünce namusuna sahip çıkmak demektir. Özgür ve hür düşünceye gelmiş, gelebilecek tehdit, saldırılara karşı onurlu duruş sergileyebilmektir. Bir düşünce ne kadar aykırı olursa olsun, o düşüncenin kendini ifade edebilmesi için, ölümüne onun ifade özgürlüğüne sahip çıkmak aydının haysiyetli görevidir. Benim gibi düşünmedi diye vur abalıya dememektir. Günah keçisi ilan etmemektir. Düşüncesi okunuyor, kişiliği seviliyor diye kıskançlık ve hasetlik duyguları beslememektir. İşte bir toplumun sorgusuz kölelikten, koşulsuz biatlıktan ve körü körüne inanmaktan kurtulması için o toplumda bütün demokratik araç ve gereçlerin hayata geçirilmesi lazım. O toplum her yönüyle her türlü düşünceye açık olması lazımdır. Totaliter, dikta ve faşist zihniyete asla ve asla prim vermemesi lazımdır. Kaldı ki bir yazar niye yazar? Bir gazeteci niye haber yapar? Gazeteci veya yazar icra makamı mı? Hükümetin başı mı? Savaşın başlatılmasına karar veren veya savaşı sonlandıran taraf mı? Hiçbiri değil ve olmamalıdır da. Olanları, yaşananları topluma yansıtmak, çapraz, aykırı düşüncelerin çatışmasından doğruların ortaya konmasını sağlamak ve makul önerilerde bulunmaktır. O yüzden ben tacir, tüccar ve canbaz değilim. Olsaydım sermayeyi kediye yükleyip bu koşulları yaşamaz, keçi sakallı, kiralık vicdanlı bazıları gibi yalılarda viski içer, halkın kaderi hakkında ahkam keserdim. Ben Bingöl’de, Diyarbakır’da, Muş’ta, Tunceli’de ve Gazi Antep’te yaşanan ölümlere, acılara, acı gözyaşlarına, sönen ocaklara, yetim-öksüz kalan çocuklara, okul yakmalara, haraçlara, talanlara ve en önemlisi de annelerin yanan, parçalanan yüreklerine seyirci ve sessiz kalamam. Bu nedenle kimse kusura kalmasın yazmaya devam edeceğim…Yükleniyor...
|