SON DAKİKA
![]() ![]() ![]() ![]() ELÇİ’Yİ MİNNET VE RAHMETLE UĞURLARKEN...Rahmetli annemin “mırın hespi boze, lı ber deri hemukesiye (ölüm beyaz bir attır ve herkesin kapısının önündedir)” diye sürekli söylerdi. Birde “mırın pakijiye (ölüm temizliktir)” diye de eklerdi. Çocukluk yıllarımda annem bunu söylediğinde hep ölümü düşler, hayal eder ve ölümün nasıl bir şey olduğunu anlamaya çalışırdım. Babam hastalandığında “baban ölecek” diyenlerden nefret ettiğim kadar, o an bir o kadar ölümü de merak ederdim. Ta ki babam, Nispet ablamın elleri arasında kayıp gidene ve “babam öldü” diyene kadar. İşte o gün ölümü cap canlı ve ne olduğunu gördüm… Belki okuyucularım “yahu Cüneyt sende anneni her makalede maydanoz etmesen olmaz” diye hafiften sitem ediyorlardır. Ama etmeyin çünkü Türkçenin “t”sini bilmeyen annemin tüm söz ve deyişleri benim için Karun hazinesi kadar değerli ve yaşamım ilerledikçe ne kadarda hayatın da hazinesi olduğunu görüyorum. Kürt siyasal tarihine ve Türk siyasi hayatına damga vuran çınarlar birer birer son baharın yaprakları gibi dökülüveriyorlar. Benim hayatımda en çok iz bırakan çınarların başında rahmetli Abdulmelik Fırat gelir. İslami, insani, etnik ve evrensel kültürüyle dört kimliği bağrında barındıran Fırat her zaman her türlü şiddetin karşısında dik duruş göstermiş, toplumsal barıştan yana taraf olmuş ve toplumsal adaleti önemsemiştir. Bu duruşuyla ülkenin Batı yakasının da saygısını kazanmış, ulusal medyanın ilgi odağı olmuş ve özellikle dindar Kürtlerin itibar ettikleri ve güvendikleri biri olmuştu. Ancak ne acı ki hakkın rahmetine kavuşana kadar HADEP ve PKK’nin hedefi olmaktan, “tırşıkçı” damgası yemekten, ajan ve devlet adamı yaftasından kurtulamamıştır. PKK ve HADEP’ye yakın yayın organlarında bırakın çıkmayı haberi dahi yapılmamış, yapılmış ise mutlaka menfi yönden yapılmıştır. Öyle ki 1995’te milletvekili adayı olduğu zaman HADEP il teşkilatını ziyaret etmek isteyince HADEP’liler tarafından taşlanmaktan da kurtulamamış ve ziyaret gerçekleşmemiştir. O gün rahmetli Fırat çok mu çok incinmiş ve kırılmıştı. Ofiste Prestigh otelinde görüşmemizde elinde bir kitap vardı ve bana “Cüneydo Lawıkı Farkin’i, bu millet gerçeği anlayacak ama anlayana kadar sanırım ben olmayacağım” demişti. Gerçektende öyle oldu ve vefat edene kadar PKK’nin, HADEP’in ve türevi partilerce rağbet, hakkettiği saygı görmemiş ve görüşleri dikkate alınmamıştı. Ta ki hakkın rahmetine kavuşana kadar… İşte o zaman Şeyh Said’in torunu Abdulmelik Fırat kıymete binmiş ve Kürtperverlerin gözünden kahraman olmuş ve hakkında yalandan, dolandan methiyeler düzülmüştü. O methiyeler düzüldüğü sırada rahmetli Fırat başını mezardan kaldırsaydı eğer, söyleyeceği tek şey herhalde “ikiyüzlüler” olurdu. Diyarbakır’da yerel televizyonlarda onu ilk canlı yayına konuk eden ve her zaman görüşlerine yer verende yine bendim. Tıpkı 3 gün önce hakkın rahmetine kavuşan Diyarbakır Bağımsız Milletvekili ve KADEP Genel Başkanı Şerafettin Elçi gibi… 1995’li yıllarda rahmetli Şerafettin Elçi DKP’nin (Demokratik Kitle Parti”sinin Genel Başkanıydı. Onun yardımcılarından Behlül Yavuz vardı. Şiddet ve savaşla arasına mesafe koyan, İslami hassasiyet ve duyarlılığı yüksek olan ve dünyayı çok iyi okuyan, Ortadoğu’yu bilen ve emperyalizmden haberdar olan Elçi ve onun partisi sürekli PKK’nin ve HADEP’in hedef tahtasıydı. Adeta partisine ambargo konulmuş ve hiçbir televizyona çıkamıyor, seçim zamanında seçim propagandalarını yapamıyorlardı. Hatta özgürce dolaşamıyordu bile Elçi. Program yaptığım Can televizyonuna kaç kez onu konuk ettim. Bugün Ergenekon, Balyoz, Poyraz, Ay Işığı, Yakamoz ve Sarı kız olarak bildiğimiz davaların sanıklarıyla ilgili rahmetli Elçi o gün tespitini yapmıştı: Elçi; “Türkiye’de Kürt-Türk çatışmasını isteyen derin güçlerin hedefi, Ortadoğu’da söz sahibi olmak, petrolü kuyularını ele geçirmek ve Türkiye Cumhuriyetinin sahip olduğu bakire topraklarını sömürmektir. Burada PKK’nin ve derin devletin zihinsel dünyaları ayrı olsa da çıkarları bir noktada birleşiyor” demişti. Bunu dediği zaman PKK ve HADEP tarafından “cahş”, “tırşıkçı”, “işbirlikçi” ve “hain” olarak ilan edilmişti. Ta ki Abdullah Öcalan derin devlet ve MİT için “evet onlar bizi kullandı, bizde onları kullandık” diyene kadar. Zaten oldum olası Türk milliyetçilerinin ve Kürt milliyetçilerinin ellerinde bir ihanet barometresi var, önlerine gelenleri, kendilerinin zıddı düşünleri ölçüp duruyorlar maşallah. Onlar gibi düşünmeyen herkes ya vatan hainidir ya işbirlikçi ajandır, ya cahştır veya satılmıştır… Ama Elçi’nin cenazesine katılan yüzbinlerce insan o yaftaları, etiketleri ve acımasız hakaretlerin tamamını tarumar etti, onları tarih önünde utandırdı. Keşke biz utanmadan ve sıkılmadan, değerlerimiz hayattayken hakkettikleri değeri verebilsek, onurlarıyla, haysiyetleriyle oynamasak ve üzmesek. Bunu yapmayı başardığımız zaman Doğu’dan Batı’ya, Kuzey’den Güney’e kadar belki mutlu ve huzurlu bir toplum olmayı başarabiliriz. Rahmetli Şerafettin Elçi’yi yakından tanıyan ve ona sonsuz saygı duyan biri olarak öldüğünü duyduğumda adeta şok oldum. Kanserinin o kadar ilerlediğini de bilmiyordum. Türkiye Cumhuriyeti Devleti sadece bir parlamenterini kaybetmedi, toplumsal barıştan, kardeşlikten yana olan, en ılımlı ve en barışçıl bir insanını da kaybetti. Kürtler’de Şerafettin amcasını kaybetti. Umuyor ve diliyorum ki; bu ülkenin insanı, en azından bundan sonra kendi değerlerine sahip ÇIKAR ve keşkelerle dizine vurmaz. Rahmetli Elçi’yi rahmetle, minnetle ve saygılar anar, Cenab-i Allah’tan kendisine rahmet, ailesine ve bütün milletimize de başsağlığı dilerim. RUHU ŞAD, MEKANI CENNET OLSUN… Yükleniyor...
|